dc.description.abstract | Uygarlık tarihinin her döneminde, her çağda felsefe ile sanat arasında bir bağ kurmak olanaklıdır. Bu bağ kimi zaman çok güçlü, kimi zaman da çok zayıf olabilir. Ancak sanat tarihinin gösterdiği son derece açık bir gerçek varsa, o da, sanatın ancak ve ancak düşünce-yoğun ortamlarda gelişip serpilebildiği, düşüncenin yoksullaştığı dönemlerde ise sanatın da gücünü yitirdiğidir. Felsefe ile sanat arasındaki bağın niteliğini belirleyen ise, öncelikli sorunun "insan" olmasıdır. Başak bir deyişle, insan ne zaman öncelikli sorun haline o zaman felsefe ile sanat arasındaki bağ da güçlenir, sıkılaşır. Çünkü insanı anlamak, insanla birlikte yaşamı anlayıp yorumlamaya çalışmak sorun olduğunda, sanat ve felsefe bir ortak paydada buluşmuş demektir. Bu açıdan bakıldığında, 20. Yüzyılın ayırt edici özelliklerinden biri de, bu yüzyılın felsefesi ile sanatı arasındaki güçlü işbirliğidir ki, bu işbirliğinde, çağdaş bir felsefe olarak varoluşçuluğun da önemli bir payı vardır. Varoluşçu felsefeyi dar anlamıyla yalnızca felsefenin sınırları içinde kalmaktan çıkartarak sanatla buluşturanın ise "insanın kendini arayışı" olduğu söylenebilir. Sinema sanatı ile varoluşçuluğu bir yerde buluşturan da aynı arayış, aynı uğraştır. Çağdaş insanın kendini arayışının izini, -yaşamın ve insanın bütünlüğünü hiç gözden yitirmeksizin- felsefede ve sinemada sürmek, varoluşçuluk ile sinema arasındaki ilişkinin boyutlarını açığa çıkartmak bu araştırmanın konusu olmakla birlikte, asıl amaçlananın sinemaya felsefe ile bakmak, felsefi bakışı film çözümlemesi ve eleştirisine taşımak olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, "Sinema ve Varoluşçuluk" başlığını taşıyan bu çalışmadan beklenen, felsefe ile sinema arasında kurulacak bağda bir ilmek atabilmek ve felsefi bakışın sinema sanatını değerlendirme yönünde sağlayabileceği olanaklardan hiç olmazsa bir bölüğünü tanıtarak, örneklendirebilmektir. | en_US |